Vakıf ve İnfak

Vakıf ve İnfak

Tevhidi dinlerin inanç, amel ve ahlak sistematiğine göre; yerlerde ve göklerde, mülkün ve saltanatın gerçek sahibi Allah’tır. Emanetçisi olduğumuz malı, mülkü, gücü, imkânı “iyilik ve yardım” için kullanmak; bir yönüyle “infak”, başka bir yönüyle “ibadet” olarak tanımlanır.


Kur’an-ı Kerim’de, müminlerin özellikleri sayılırken; iman ve namazdan sonra, infak zikredilmiştir. “Varlıklı kimselerin mallarında yoksulların haklarının olduğu ve zenginlerin, meşru mazereti olup çalışamayan veya çalıştığı halde kazancı ile ihtiyaçlarını karşılayamayan kimselere yardım etmekle yükümlü oldukları” belirtilmiştir.


Hz. Muhammed(sav); “insanın yiyip tükettiğinin, giyip eskittiğinin ve sadaka verip ahiret azığı haline getirdiğinin dışında malının, mülkünün olmadığını” söyler. Kullara yardım edenlere, Allah’ın yardım edeceğini belirterek; “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsinler” der.


İlim, irfan ehli tarafından; infakın “çok yönlü ve çok sevaplı bir ibadet” olduğu kanaatine varılmıştır. Onun içindir ki; tarih boyunca, Türk-İslam toplumlarında, her türlü iyiliği ve yardımı kurumsal hale getiren binlerce “vakıf” kurulmuştur.


Kimsesiz çocukları himayesi altına alan “yetimhaneler”, sahipsiz yaşlıları koruyup gözeten “dârulacezeler”, yoksulları doyuran “aşevleri”, hastalara tedavi hizmeti veren “dâruşşifalar”, şehirlerarası yolcuların konakladığı “kervansaraylar”, ilim tahsili ve talimi yapanların barındırıldığı “mektepler-medreseler”, toplu ibadetlerle müminleri cem edip cemaat haline getiren “camiler-mescitler”, insanlar güven içinde geçsinler diye kurulan “köprüler”, susayanlar uğrayıp içsinler diye yol kenarlarına kondurulan “çeşmeler-sebiller”; bu hayır ve hasenat zincirinin, günümüze kadar uzanan halkalarıdır. Her birinin arkasında; Allah rızası için infak eden “vakıf insanlar” ile bu amaçlara hizmet etsin diye verilen paralar, mallar, mülkler, akarlar vardır.


O kadar ki; mensubu bulunduğumuz köklü medeniyet, bir “vakıf medeniyeti” haline gelmiştir. Sadece insanlara değil, hayvanlara ve bitkilere de sahip çıkıp destek olmuş; cümle mahlûkata hizmet vermiştir.


En geniş anlamıyla, infak; malı çoğaltan ve temizleyen, sahibini arındıran ve erdemli hale getiren, kıskançlığı önleyen ve kanaati pekiştiren, cimriliği engelleyip yerine cömertliği ikame eden, barışı ve kardeşliği güçlendiren sosyal bir ibadettir. Akla, ruha, bedene sağlık ve mutluluk; kişiye ve kuruma, ülkeye ve topluma, dünyaya ve insanlık âlemine “huzur ve güven” getirir.


Öncelik ve önem sıralaması açısından; başka sâlih amellerden ayırt edilmiştir. Diğer iyiliklerin ve yardımların sevabı, “bire on” ile ifade edilirken; infakın sevabı, “bire yedi yüz” olarak gösterilmiştir.


Nitekim Rabbimiz, Bakara Suresi Ayet 261’de; “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak veren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir” diyor. Allah Resulü ise, bir Hadis-i Şerifinde; “komşusu açken tok yatanın bizden olmadığını ve olmayacağını” söylüyor.


Demek ki, Allah indinde “kulluk” ve kullar nezdinde “insanlık” görevlerimizden biri; “ötekine yönelmek” ve bizde olup onda olmayan şeylerden vermektir. İyilik ve yardımlarımızla; “vakıf” ve “infak” medeniyetinin, yeryüzündeki temsilcileri ve taşıyıcıları haline gelmektir.


Kendimizden ve ailemizden başlayıp akrabalarımıza ve hemşerilerimize, gönül coğrafyamız içindeki kardeşlerimize ve hatta Âdem ile Havva’nın oğullarına, kızlarına doğru açılarak; bu yola ve yolculuğa girmeliyiz. İnsana ve topluma hizmet eden her vakfı, iyi değerlendirilmesi gereken bir “fırsat”; ihtiyaç sahibine verilen her infakı, elde edilmesi gereken bir “kazanç” olarak görmeliyiz.

 

kurumsal tanıtım filmi